Mimarlık Etiği: Bizi Bu Kutularda Yaşamaya Nasıl Mecbur Bıraktılar?

14.12.2021
419
A+
A-
Mimarlık Etiği: Bizi Bu Kutularda Yaşamaya Nasıl Mecbur Bıraktılar?

İnsanlığın, hayat var olduğundan beridir yaşamsal faaliyetlerin iyiliğinin ve kötülüğünün sorgulandığı bir ahlaki çerçevesi bulunmakta. Bu ahlaki sınırın içerisinde manevi konular olduğu kadar maddi mevzularda yer alıyor. Yaşam faaliyetleri devam ettikçe maddesel dünyada gerçekleşen her olayda insanlar tarafından olaylara bir iyilik-kötülük damgası vurulmakta. İyi ve doğru yaşam için yaşamın içinden olan en temel ihtiyaçlar bu ahlaki sorgulamanın uygulama alanı olan, fiziksel gerçekliği bulunan maddeler alemidir. Temel ihtiyaçlarımızın başında gelen barınma ihtiyacı bu alanların en başlarında gelmekte. Mimarlık da bu barınma ihtiyacını karşılayacak olan üretim alanıdır.

Mimarlık, insanların yaşam akışlarını şekillendirebilip kolaylaştırabilmekte olan nadir mesleklerden biridir. Fakat mimarlığın diğer mesleklerden ayırt edici önemli bir özelliği vardır; toplum hafızası oluşturmak. Hafıza kavramı, soyut ve somut kavramların zihnimizdeki tezahürüdür. Yapılar, yapıları yapanlar, yapılarda yaşananlar, yapılarda yaşayanlar toplum hafızasında mühim bir yer edinmektedir. Olayları mekanlardan münezzeh düşünmek mümkün değildir. Mimar tarafından tasarlanan mekanlar, insanların davranışlarını yönlendirebilmekte olduğu kadar toplumların da ilişkilerini şekillendirebilmektedir. Pencerelerin az olduğu, ışığın az girdiği mekanlar oluşturmak mimarların kullanıcıları karanlığa mahkûm edebileceklerini ve buna mukabil depresif insan modeli oluşturabileceklerini gösterir. Yanlış konumlandırılan, eksik veya fazla her eşya ya da alan kullanıcılar için psikolojik, sosyolojik ve ekonomik sorunlar yaşatabilirler. Bireysel olarak kullanıcıların iç dünyasına işleyebilmekte olan mimarlar aynı zamanda bu bireylerin birleşmesinden meydana gelen topluma da insani ilişkiler açısından sıkıntılar yaşatabilme gücüne sahipler. İyi tasarlanamamış ve doğru bir şekilde düşünülememiş projelerde mahremiyet alanlarını ve algısını sağlayamama, yeşil alan ve temiz alan yetersizliği, kamusal alan oluşturamama gibi birçok sorun oluşabilir ve bunu mimar kendi elleriyle topluma bilinçli yahut bilinçsiz bir şekilde yaşatabilir.

Mimarın çevreyle ilişkisinin yanı sıra kullanıcıyla ilişkisi de önemli bir husustur. Bir mimarı iyi bir mimar kılan şey kullanıcının isteklerine uygun tasarımları ve çözümleri yapabilmek değildir. Kullanıcı istekleri her zaman kullanıcı ihtiyaçlarıyla doğru orantılı olmamakla birlikte çoğu zaman zaruridir. Mimar kullanıcının isteklerini ve ihtiyaçlarını doğru orantıda ve gereksinimde karşılayabilmelidir. Ancak bu ikisini birlikte tasarlayan ve yapabilen kişi iyi bir mimardır diyebiliriz. Kullanıcılar, eşit yaşam koşullarına sahip olamamaktadır ve bununla birlikte farklı yaşam tarzlarına da sahiptirler. Kullanıcı tipleri farklı olduğu için mekân tasarımı ve çözümlemeleri de haliyle aynı veya eşit olamayacaktır. Bir sanatçı, bir mühendis, bir doktor, bir terzi ya da bir marangozun konut olarak kullanacağı mekân ve bu mekândan edeceği istifade kendi alanlarına yatkın olmasını isteyeceklerinden farklılık gösterecektir. Her ne kadar kullanıcı-mimar ilişkisinin üzerine fikirler beyan edilse de zaman ilerledikçe gücü elinde bulunduranlarca mekanlar ve hayatlar inşa edilmeye başlanmıştır. Güç kavramı gerek siyasi gerek maddi açıdan bakılınca daha anlamlı hale gelmekte. İnşaat sektörünün gün geçtikçe paranın katlanarak kazanılabildiği ve yüksek meblağlarda işler gerçekleştirildiği görüldükçe birtakım zümrelerce iştah kabartıcı olmuştur. Dünyanın her neresine bakarsak bakalım inşaat camiası, boş bir arazi gördüğünde oraya gökdelenler yahut siteler dikmek isteyen şahıslarla dolmuştur.

1950’lerden sonra Türkiye’de meydana gelen konut sorununa devlet çözüm üretmekte yetersiz kalmıştır. Köyden kentlere farklı sebepler için -gerek eğitim gerek iş gerekse sağlık konularında kentin gelişmiş olmasından kaynaklı- göç etmiş kişilerin kendi imkanlarınca devlet arazisine izinsiz bir şekilde plansız ve sağlıksız bir yapılaşma olan gecekondulaşmayı oluşturmalarıyla günümüze dek hala süren sorunların oluşmasına neden olmuşlardır. 1980’lerden sonra ise devletin izlediği politikalarca toplu konut üretimi göz önüne alınmış ve farklı gelir grupları için tasarlanacak farklı konut tipleri üretilmeye başlanmıştır. Orta gelir grubunda yer alan kullanıcı grubu için TOKİ ve kooperatifler konut üretimi gerçekleştirmeye başlamışken, üst gelir grubunda yer alan kullanıcı grubu için ise geliştiriciler üretime başlamıştır. Üst gelir grubu için tasarlanan konutlar genelde kentin çeperinde inşa edilerek, özel güvenlik önlemleri alınarak üretilmişlerdir. Kullanıcıların maddi durumlarına göre farklı türde yapıların yapılması ve kullanıcı tiplerinin ekonomik yönlerden sınıflandırılması ayrışmaya neden olacağından toplumsal, sosyal ve hatta ekonomik yönden birçok etik dışı unsur meydana getirmekte ve mimarlığın etik kavramına tehlike arz etmektedir.

Mimarlar yapacakları her türlü tasarımın, inşaatın ne gibi sonuçlara sebebiyet vereceğinin bilincinde ve farkında olmalıdır. Tutumlarının belirli ilkelere bağlı olması gerekmekte ve ilkeli bir biçimde mesleklerini ve hayatlarını devam ettirmeleri gerekmektedir. Bu bir mimari sorumluluktur. Mimarlık mesleğini mimarların iyi, doğru ve güzel bir şekilde yapıyor olmaları aynı zamanda etik bir ihtiyacın da karşılanıyor olması demektir.

 

 

 

Etik, ahlak demişken küçük bir soru: Şimdi hangi sanatçımız kerpiçi kerpiç üstüne koyacak da kuracak binayı? Beton, beton üstüne konuldukça inşa edilir mi hiç kültür yapısı?
Kültür demişken de küçük bir öneri, dinleyiniz: Erkan Oğur ve İsmail H. Demircioğlu’ndan Kerpiç Kerpiç Üstüne Kurdum Binayı

ETİKETLER: , ,
Sıla Durak
Sıla Durak
Sanat üzerinde izler bırakma istikametinde. Mimari, edebiyat, biraz da medya ve iletişim.
YAZARA AİT TÜM YAZILAR
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.